Şimdi hareket zamanı...

Yeni bir yılın ilk haftası geçti. Yılbaşının çocuksu ve uçucu neşesi ortadan çekilince, gökyüzündeki olayların da katkısıyla, şimdi hedef koymaya, adım atmaya, yön belirlemeye teşvik ediliyoruz. Parti bitti, ışıklar kapandı, herşey kutulara kaldırıldıktan sonra, yeniden dekore edilecek bir mekandayız. Yeni renklere, dokulara, onların vereceği yepyeni hislere doğru güçlü heyecanlar duysak da, nereden başlayacağımız bir soru işareti olabilir.

Belki de ne istiyorum diye sormadan önce nerede durduğumuzu farketmek daha anlamlı olacaktır. Geçen zaman, hepimizi bulunduğumuz alandan başka bir yere taşıdı. Kasdettiğim şey, sadece fiziki taşınmalar değil. İçsel olarak da kendimize ve olaylara bakışımız, algılayışımız ve değerlendirmelerimiz öncekilerden farklı. Hayat, en güçlü dönüşümlerin kapısını açtı ve bir şekilde o kapıdan geçip, yeni ülkelerimize adım attık. Şu an sınıra çok yakında durduğumuz için, eski düzenleri, korunaklı inşa ettiğimiz alanlarımızı, bizi kolaya kaçıran düşünce kalıplarını özlüyor ve o yöne meylediyor olabiliriz. Oysa hepsi geçti ve ileri adım atmanın, bu yeni zeminin, yoldaki göreceklerimizin keyfini sürmenin tam zamanı. Onun için de durup olduğumuz yeri farketmek, buraya gelene kadar gösterdiğimiz çabadan dolayı kendimizi takdir ve tebrik etmek ilk adımlarımıza güç verecektir.

Hayatımda hiçbirşey olmadı, aynı yerdeyim demeyin. Hiçbirşey aynı kalmıyor. Sadece bazı farklar, biraz daha dikkatle görülmeye ihtiyaç duyuyor. Görüşünüze bu berraklığı katmak için, yeni yılda kendinize günlük sessizlik zamanları oluşturabilirsiniz. Belki sadece nefes alışverişlerinize odaklanacağınız kısa meditasyon molaları olabilir. Oturdum, gözlerimi kapadım ama aklımdan binbir düşünce geçti deyip kendinize kızmayın. Zihin, farklı yaptığımız şeyleri hemen farkedip buna direnç oluşturabilir. İşi düşünüp plan kurmaktır ve faaliyetlerini kontrol etmezsek, bizi sürekli peşinden koşturup dengemizi bozan bir güç haline gelir. Onun için, zihni de anlayıp olduğu gibi kabul ederek günlük sessizlik vakitleri yaratmak, ruhumuzu, zihnimizi ve bedenimizi yeniden hizalamaya ve dengeye getirmek için katkı sağlayacaktır.

Durduğunuz yeri netleştirdiğinizde, hedef koyup ileri adım atarken, elinizi tutacak, sizi dinleyecek, yaşam amacınızı hatırlatacak birine ihtiyaç duyarsanız, destek istemek de kararlılığınızı ortaya koymanın bir yoludur.

Feelclouds, yeni bir yılın başında, içinde nefes, koçluk, astroloji ve theta healing olan 7 buluşmalık bir program hazırlayarak elini uzatıyor. İlgilenenler pinar@feelclouds.com adresine mail gönderebilirler.

Her ne yapmaya karar verirseniz verin, her gününüz bir öncekinden farklı ve daha aydınlık olsun…


Hayaller ve gerçekler...

Her ayın ortasını biraz geçe, o ay için neler planladığıma dönüp bakarım. Hedeflerimin neresinde olduğumu, planıma sadık kalıp kalmadığımı, daha yapacak neler var, ne kadar ilerlemişim, dönüp kontrol ederim.

Ay sonu bir de sene sonuyla birleşince bu muhasebe faslı biraz daha uzuyor. Yapılanlarla yapılamayanlar terazinin iki kefesinde, bir sağa bir sola salınıyor.

Aralık başı yazdığım hedeflerime baktığımda, blog için on tane yazı yazmaya ve nefes çalışması için randevu tarihleri oluşturmaya niyet ettiğimi görüyorum. 21 aralık itibariyle 2. yazımı yazdığım dikkate alındığında, diğer 8 yazının kalan 10 günde nasıl yazılacağı kocaman bir soru işareti olarak karşımda duruyor.

Diğer hedefim nefes için randevu açma kısmı, spontane randevularla oluşup ilerledi ve araya birde 2,5 günlük nefesini yeniden kazan çalışmasında koçluk eklendi. Şimdi yazarken, durumu burdan bir parça kurtarmış gibi hissediyorum.

Başlayıp da bitiremediğim kitaplar (Tanrılar Okulu öyle adım adım ve sindirilerek okunuyor ki,bahara inşallah biter ;), yazamadığım yazılar, Theta Healing için geri dönemediğim danışanlar, geçtiğimiz 21 günün karanlık kısmı gibi.

Ama bir de pırıl pırıl parlayan, yanına tik atılmış maddeler var. Mesela tahminlerimin çok üstünde kristal taş hazırladım. Hiç aklımda yokken hem nefes koçluğu yaptığım, hemde mala yapmayı öğrendiğim bir atölyeye katıldım. Spontane buluşmalarla çok sevdiğim insanlarla görüşüp çok özel anlar paylaştım. Burada pek bahsetmesem de, ofisteki işleri organize edip çocuklarımın kendi gündemlerinde de yer aldım ve yeni adımlar için tohumlar attım…

Bu kadar ayrıntılı yazdım, çünkü yeni bakış açımla, yaptıklarım için kendimi onurlandırmayı seçiyorum. Evet tam yapamadığım, not almadığım için unuttuğum, hatırlayıp ertelediğim şeyler yok değil. Onları ayrı bir başlıkta, o işi neden yapmadığımı, beni ertelemeye iten sebepleri, kendimi bloke etmeyi seçerek neden unuttuğumu irdeliyorum. Ama bunu yaparken de kendime şefkat duyarak, başardıklarım için takdir ederek, kendimi onaylayarak. Muhtemelen eski ben, şu an kendini yerden yere vuruyor ve en parmak sallayan haliyle eleştirilerini sıralıyordu. Bunun bir motivasyon sağlamadığı, aksine yapabildiklerimin kalitesini düşürdüğü, beni an’da kalmaktan uzaklaştırarak geçmişin pişmanlık denizlerine attığının artık farkındayım.

Şimdi, hem aylık listeme, hemde senelik hedeflerime bakıp, kendi sırtımı sıvazlamayı seçiyorum. Pek çok farklı rolde, farklı sorumluluklar alarak yaşamımızı sürdürürken, en huzurlu yoldan yürümeyi ve pişmanlık batağına sapmak yerine şükür duygusuyla ilerleme ve hergün bir öncekinden bir adım daha ileri gitme hedefimi ve niyetimi birkez daha tekrarlıyorum.

Kalbimizde, kendimize şefkat için yer açtığımızda, yürüyeceğimiz yollar bir bir aydınlanıyor…

Kalan 10 günde, 8 yeni yazıyla görüşmek dileğiyle;)


İçimizdeki sesler...

Hepimizin zihninde hiç durmadan konuşan sesler var. Bu sesler bazen yüksek, bazen alçak, bazen sevecen, bazen azarlayarak, durmaksızın birşeyler söylüyor.
Düzenli meditasyon yapma alışkanlığına sahip olanlar ve yoga pratiğinin kazanımlarını gündelik hayatına taşımayı başaranlar bu sesleri kontrol edebilme becerisine sahip olurken, co-active koçluk alanlar da sesleri tanıyıp onları kimliklendirebiliyorlar…

Ya bunların hiçbirini yapmayanlar?
Zihninin içinde sürekli kendini sabote etmeye yönelik sesler duyanlar?
Bazen bir ebeveyn, bazen hayatındaki otorite rolündeki kişinin sesiyle kendini gösterip yapacağı işten vazgeçirmeye çalışan, yetersiz olduğuna ikna eden, başkaları ne der deyip toplumsal baskıları hatırlatan seslerle başa çıkmaya çalışanlar?

Bir durup soralım kendimize. Hepimiz o sesleri duyabiliyoruz. Peki, duyduğumuzda ne yapıyoruz? Bu, çoğunlukla o sesin sahibinin hayatımızdaki rolüne göre değişiyor. Çok güçlü sesler, hipnotize etmişçesine bizi etkisi altına alıp amacına ulaşıyor. Daha zayıf seslere karşı kendi kontrolümüzü koruyabiliyoruz.

Benzer bir durum yaşadığınızda,
Belki yeni bir işe girişecekken,
Belki yeni bir ilişkiye başlayacakken,
Belki, hayatınızda olan bazı şeyleri sonlandırmaya niyetliyken ortaya çıkan o sese kendinizi kaptırmadan önce, onu herzamankinden farklı bir dikkatle dinlemeye ne dersiniz? Ne söylüyor, hangi sesle söylüyor, sizi tutmak istediği alan nasıl bir yer?

Tanımlayamadığımız durumlarla başa çıkmak, bunaldığımız hallerin üstesinden gelmek, direnç yaratan duyguları çözüp serbest bırakmak zordur. Ama farkındalık geliştirdiğimiz ne varsa, sesini bize duyurmak niyetindedir ve değişimin kapısını aralar.

Hemen, şimdi, farkeder misiniz o sesleri? Ve biraz düşünür müsünüz, o sesleri reddetmeden dinleyip akıntısına kapılmadan duyduğunuzda yaşamınızda hangi değişimlerin ilk adımını atacaksınız?

O sesler de bize ait, içimizdeki karanlık noktalarda yanan tek bir mum gibi. Aydınlattığı alanı görüp bilerek mumu söndürmek ve o alanda ne varsa kucaklayarak oraya gün ışığının girmesini sağlamak elimizde.
Bu yazı, içinizdeki sesleri duymak için, size küçük bir davet…


Herşey üstüste geldiğinde...

Beni aradığında, anlatacak çok şeyi vardı. Hatta o kadar çoktu ki o “şeyler”, anlatırken ipin ucu kaçıyor ve konuları bir türlü birbirine bağlayamıyordu. Derken gözyaşları sicim gibi yüzünden süzülmeye başladı. Görmüyordum ama sesine verdiği kırgınlıktan anlıyordum.
O gün, onu uzun uzun dinledim. O kadar çok anlatacak konusu olan kimse, dinlenmiyor demektir. Çünkü insan, anlattığında gerçekten dinlenildiğinde, kendi sesinde birşeyler yakalar ve konu şekil değiştirir.

Zihnimi okumuş gibi kendiliğinden söyledi, beni kimse dinlemedi diye. Anlattığı kişilerin de dinlemekten çok söyleyecek sözleri vardı. Herkesin yaşam tecrübesi, kurumsal deneyimi, duydukları, gördükleri tavsiye vermeye yeter de artardı. Hiçkimse kendini durdurmayı başaramamış ve önerileri peşpeşe sıralayıvermişti. O anlarda en çok hissettiği, “sen bunu nasıl akıl edemedin ki” kibriydi… Yaaa, nasıl akıl edememişti de şimdi böyle sorunlar yumağında debeleniyordu. Ne ayıp! Her bir tavsiye kocaman yargıları da içine gizlemişti.

Sonra, çevresindekilere sustu. Ne tavsiye, ne yargı, ne kalbine kıymık gibi batan imalar… Bunlar değildi istediği, peki neydi?
Yargısızca dinlenmek, konuların içinde kaybolduğunda samimiyetle uzanan eli tutup olduğu yerden çıkmak, yaşadıklarının gerçek resmini görebilmekti.
Sadece dinlemekle işe başlayıp, elimizdeki resme bazen yukardan bakarak, bazen de içindeki tek bir figüre odaklanıp verdiği duyguya yoğunlaşarak yol aldık. Her adımda renkler canlandı ve resmin pırıltısı arttı. Üstüste yığılı “şeyler”, kendi içinde düzenlendiğinde daha anlaşılır ve çözülebilirdi. Ve öyle de oldu…

Gökten üç elma düşse, bana kalanın, kendi gücünü gören birinin gözlerindeki pırıltıya ortak olmanın mutluluğu derim…


Gökyüzünde yay zamanı...

Gökyüzü, kendi eşsiz matematiği ile, ışığa doğru tırmandığımız merdivenlerde bize yol göstermeye devam ediyor.

Kasımla birlikte yoğunlaşan akrep teması yerini yavaş yavaş yayın uçarı ve sevimli ortamına doğru bırakmaya hazırlanıyor. Akrep, en derin, en gizli kalmış yanımız ve onu görüp kabul etmek her zaman çok kolay olmayabiliyor. Bundandır ki, kasımlar hep biraz hüzünlü, hep içe dönüşle ve yaklaşan kışın getireceği az ışıklı günlere hazırlıkla geçer.

22 kasımda yayların dönemi başlayacak. Güneşin yayla olan yolculuğuna Jüpiter de eşlik edecek. Bu noktada biraz yay temasından bahsetmek gerekirse, yay ateş elementinin uçarı, değişken, saf çocuğudur. Kendi içindeki güç öylesine güçlüdür ki, bu gücü kontrol edemediğinde küçük bir kıvılcımla sıçrayarak büyük bir yangına neden olup zarar da verebilir. Enerjisini kontrol etmeyi öğrenmesi gerekir.

Haritalarımızda yayın olduğu yer ve yay burcundaki gezegenler hangi enerjiyle ve hangi temayla ilerleyip genişleyeceğimizi, iyimser yönlerimizi, nerelerde risk almaya eğilimli olduğumuzu bize gösterecektir.

22 kasımda yay dönemi başlarken, 25 kasımda da Jüpiter güneşle kavuşacak ve yaydaki retro merküre de yaklaşacak. Jüpiterin yaydaki neşeli, coşkulu, biraz da abartmaya meyilli hali, güneşin etkisiyle daha da büyüyüp yayılacak. Bir yandan büyük fırsatlar ve ilerleme vaadederken diğer yandan da hissedilen coşkuyla pot kırmaya, gereğinden fazla konuşup yanlış anlaşılmaya ya da gerektiği halde konuşulmadığından iletişim kaynaklı anlaşmazlıklara yol açabilecek bir durum sözkonusu.

Bu kavuşumdan olumlu faydalanmak için biraz daha sağlamcı olup konuşmadan, harekete geçmeden, herhangibir yatırım yapmadan önce biraz düşünmek ve o an o için gerçekten yapılması zorunlu olup olmadığını değerlendirmek daha iyi olacaktır. Haftalar boyunca gerginlik ve iç sıkıntısı yaşamış olan bazılarımız gergin bir yaydan fırlayan ok gibi hedefe varmak istiyor olabilirler ancak yayın yönünü iyi tayin etmek, doğru hedefi belirlemek ve iyi nişan almak şart. Ok yaydan çıktıktan sonra geri dönüş olmadığını sıklıkla kendimize hatırlatmamız gerekebilir.

Her ne oluyorsa en hayırlısı olduğunu bilerek ilerleyeceğimiz basamaklarda, kalbimiz rehberimiz olsun…


Herşeye yetişmek...

İçinde bulunduğumuz zaman diliminde aynı anda pek çok şey yapmanın büyük bir üstünlük olduğu hem bilincimize, hem bilinçaltımıza sürekli vurgulanıyor.Böyle insanlar el üstünde tutulup herşeye yetişebilen ahtapot gibi insanlar övülüyor.
Kadınlara hem çocuk hem kariyer yapamazlarsa eksik oldukları içten içe hissettiriliyor.

Bizde canımızı dişimize takıp durmaksızın koşturuyor, gün boyu herşeye yetişmeye çalışıyor, bu uğurda kendimizi unutuyor, gerçekten ne istediğimizi düşünecek bir dakika bile fırsat bulamıyoruz.
Modern dünya denen büyük bir illüzyonun içinde sürükleniyoruz. Ve sürüklenirken, her an güçlü görünme kaygısını taşıyıp, herşeyi kontrol etmezsek kurduğumuz sistemin çökeceği yanılgısını yaşıyoruz. Bunun bizi daha dirençli, daha güçlü, daha mücadeleci kıldığına dair inancımız tam. Demirden zırhımıza hiçbir etkenin zarar vermediğinden öylesine eminiz ki, en yakınlarımız dahi, o zırhın altında gerçekten nasıl bir insanın olduğunu bilmiyor.

Yorgunluktan ölsek de hiçkimse yardıma gelmiyor…
Kolumuzu kıpırdatamayacak kadar hasta olsak da eve git dinlen diyen çıkmıyor…
Üstüste biriken faturalardan boğulduğumuzda dahi, başvurduğumuz kurumlar dışında kimseden destek gelmiyor.

Çünkü zırh çok parlak, çok sağlam, herşeye karşı çok dayanıklı. İçinde kanlı canlı nasıl bir hayat sürüldüğü asla dışarı sızmıyor.
Ne zamana kadar?
Günlük koşuşturmaca içinde durup sakin bir nefes aldığımızda zihnimizde beliren “nereye koşuyorum” sorusunu sorana kadar. O ilk farkındalıklı nefesten sonra anlıyoruz ki zırhın metali kalbimizi üşütüyor, bedenimizi sıkıştırıyor, zihnimize çerçeve çizip onun içinde kalmaya zorluyor…
Modern dünya dediğimiz illüzyon, insandan bir robot inşa etmeye doğru koşar adım gidiyor.
Durmaya, farketmeye, nefes almaya ne dersiniz?


An'ı Kaçırma...

Bir süre önce, bir niyetle başlanıp 40 gün sürecek bir ritüeli uygulamaya karar verdim. Kendimce  güçlü bir niyetim vardı ve o sürenin  sonunda hemen olsun istiyordum. Bu 40 günlük çalışma, bir metnin hergün bir bölümünün okunmasını içeriyor. Eğer okumayı unutursanız en baştan başlamanız gerekiyor.

Bende son derece heyecanlı ve hevesli olarak niyetimi yaptım ve okumaya başladım. İlk günler herşey yolunda gitti. Kendiliğimden hatırlayarak metni okudum. Okuduğum her gün, niyetime biraz daha yaklaşmanın verdiği heyecan ve coşkuyu içimde hissettim.

Günler birbirini kovaladı. Bir sabah uyandım ve bir önceki günün okumasını yapmadığımı farkettim. Okumayı unuttuğum gün 39. gündü, farkettiğim gün 40…

Aklımdan karmakarışık düşünceler geçti ve tam gövdemin ortasına sevimsiz bir duygu yerleşti. Kendime neden unuttuğumu sordum. Süreci nasıl yaşadığımı sorguladım. Ve farkettim ki 1. günden başlayarak, bütün günleri 40’a ulaşmayı hedefleyerek geçirmişim. Tek hedefim sonuç olmuş ve sürecin bana katacaklarını farkedip tadını çıkarmak yerine, süreci “tüketerek” hedefe varmayı seçmişim.

Oysa, okumayı yaptığım her günün, okuduğum metnin hayatıma getirecekleri vardı. Ben onları farketmemeyi seçmişim… 39. gündeki unutuşumla, önemli bir dersi yeniden hatırlamış oldum.

An’ı kaçırma…

Bir hedefin olması güzel ama koşarak gittiğinde gördüklerin azalıyor, adımlarını yavaşlat…

Hayatındaki herşeyi sindirerek yap…

Şimdi, yeniden ve yeni bir niyetle okuma yapmaya başlamazdan evvel, tüm dikkatim, bu anda. Neleri yakalıyorum, neler kaçıyor?


Düşmekten Korkma

“Bir sabah uyandım ve herşey değişti.” diyen insanları duyunca, itiraf edelim ki, herkes başını hafif eğip tereddütlü bir ifade takınır ve karşındakine şüpheyle bakar.

Belki de cümleye şu şekilde başlanmalıdır. Şu yaşıma kadar olan hayatımda, pekçok yollardan geçtim, bana çok şey katan ilişkiler yaşadım, derin üzüntülerin ardından gün doğumunu da yakaladım, en dipte de kaldım… Ve bir sabah, tüm yaşadıklarım içimde demlenmiş olarak uyandım. Ne endişe, ne korku, ne pişmanlık, belki biraz hayretle gözlerimi açtım. O anın farkına vardım. Perdeden sızan günışığına yönelttim dikkatimi, dışardan gelen sesleri duydum, sakince kapattım çalan alarmı. Yeni bir gün başlıyordu.

Her gün gibi, diğerlerinden hiç farkı olmayan, ama benim herşeyin farkında olduğum bir gün. O günden sonra, birbirine benzeyen günler, yeni bir boyut kazandı. Ödül mü ceza mı olduğunu anlayamadığım zamanlar oldu. Aynı yerde durup farklı bir noktadan bakıyordum sanki, yoksa herşey neden bu kadar yabancı gelsindi? İlk anların o kendi mucizesini kucaklamış insanlara özgü coşkulu mutluluğu yerini karamsarlığa bıraktı. Kimsenin beni anlamadığı, anladığını sananların kendini bunun için zorladığı, o zorlanmayı hissedince herkesten uzaklaştığım ve sonra bambaşka anlaşılamadığım durumlara yuvarlandığım derin bir uçurum gibiydi… Evet uçurumdan düşüyordum. Düştükçe korkuyor, korktukça yerin dibinden çıkan canavarların hikayelerini anımsıyordum.

Düşülen vadinin derin sarp yamaçlarla , içinden ırmaklar akan ve kokusuyla baş döndüren çiçeklerin halı gibi kapladığı bir düzlük olduğunu hayal edememiştim.

Ama evet düştüm, yuvarlandım ve kendimi kendimde buldum.”

Hikaye tanıdık mı?

Hangi kısmı?

Nerde duruyorsunuz şu anda?

Tüm biriktirdikleriniz sizi nereye taşıdı?

Pek çok soru bulabilirim sizin de benzerini deneyimleyebileceğiniz bu hikayenin içinden.

İlk üçüyle başlayabiliriz, farketmek için.

O herşeyin değişeceği sabah, niyet edip ilk hareketin hemen ardında…

Düşmekten  korkma…


Feel Clouds - Yol Açık Olsun

Yol, Açık Olsun

Feel Clouds - Yol Açık Olsun
Ben çocukken, gazetelerde markete diye çıkıp yıllar sonra evine dönen insanların haberleri olurdu. Vazgeçip bırakan ve ardına bakmadan çekip giden, farklı arayışlarda olan insanların hikayeleri.Read more


Feel Clouds - Merhaba

Merhaba

Feel Clouds - Merhaba

Bu bir kendine yolculuğun ne zaman başladı yazısı değil. Olsa olsa, yolda olduğumu ne zaman farkettim yazısı olabilir.

2013’te başlayan, “hiçbir şey göründüğü gibi değil” algısı, zaman içinde değişerek 2016’da “nerdeyim”e dönüştü.

Nerdeyim? Neden burdayım? Fonksiyonum ne?

Hayatın içinde pek çok farklı rollerde ve hızla değişen sahnelerdeyiz ama durduğumuz yere nasıl geldiğimizi çoğu zaman sormuyoruz. Bizi oraya taşıyan seçimlerin hangi kararlarla, hangi faktörlerin etkisinde verildiğini düşünmüyoruz.

İçinde bulunduğumuz çok güzel konfor alanlarımız var. Yıllarca emek emek oluşturduğumuz, bizi zarar görmekten koruyan, güvende tutan, sürprizlerle kafamızı karıştırmayan, zaman zaman monoton bulsak da başka hayatlarla karşılaştırıp hemen kendimize gelmemize yardımcı olan iç seslerimizle birlikte kurduğumuz, sınırlarını kendimiz çizdiğimiz (?), özgür (?) hissettiğimiz, mutlu (?) olduğumuz güzel ülkelerimiz.

Sonra bir gün bir şey oluyor. Derin bir uykudan uyanıyormuşsun gibi bir his. Zaman, mekan kavramının yitirildiği bir anlık şaşkınlık. Yoğun olarak hissedilen, benim burda ne işim var duygusu…

Sonra, sorular, sorular, sorular…

2013’te başlayan şey, yeni bir hayatın doğumunu beklerken, kendini de yeniden doğuracak olmanın verdiği heyecan, korku ve dışarda yaşanan kaosun getirdiği bilinmezlikle harmanlanan derin bir hüzündü.

2016’da evrilen hal, tüm güvenlik çemberlerinin yıkılıp koskoca evrende yalnız kalmışsın hissi, ait olduğu topraktan çıkarılmış, kökleri açıkta kalmış bir çiçeğin sessiz haykırışıydı.

O çiçek, nilüferden bihaber, toprakta köklenmeden de büyüyüp gelişerek var olabileceğini, aidiyet duygusunu besleyen zeminin toprak durağanlığında değil, su akışkanlığında olup her daim farklı olabileceğini bilmiyordu… Fena halde köklenmek ihtiyacındaydı…

O ihtiyaç içinde, samimi niyetlerle adım atınca, hayat doğru öğretmenleri göndermeye başladı. Çünkü öğrenme ve bilgi sonsuzdu. Yeni yollara çıkma vaktiydi ve kendi yolculuğunun farkında olmak başkalarına duyduğu sevgiyi, şefkati, merhameti de besleyerek çoğaltıyor, tüm kainata yayılıyordu…

Tüm bunlar olup biterken bir sabah “feel clouds” doğdu… Ruhlarımız gibi her daim sonsuz olan suyun bilgeliğini hissederek, bulutlara olan sevdasını haykırarak. Binbir çeşit şekle girip direnmeden dönüşse de sonsuz kere, özünü hep koruduğunu bilerek. Sürüklenerek yaşamayı değil, huzurla akışta kalıp süzülerek. feel clouds” göklerin beyaz melekleri, sonsuz döngünün muhteşem eşlikçileri bulutlara övgü…

Yolda olduğunu fark edince, yol, yeni katılan kalp eşleriyle adım adım ilerliyor.

Evet, bu bir farketme yazısı ve burda buluşmanın coşkusu ve heyecanıyla, kocaman bir MERHABA…