Herşeyin alışılmışın dışında seyrettiği günler sürüyor. İlk zamanların evde kaldık, özlediğimiz birşeydi, mutluyuz tavrı yavaş yavaş yerini sabırsızlıkla karışık bir gerginliğe bıraktı. Herkes heyecanla ve hevesle “normalleşmek” istiyor. Şahsen ben de istiyorum. 24 saat aynı evin içinde birçok rolü sürdürmek kolay değil. Hiç değilse çocuklar okula gittiğinde bir süre ara verdiğimiz ebeveynlik ve eşten ayrı geçirilen zamanlarda edindiğimiz kimlikler, yeni hayatlarımızda gün boyu devam ediyor. Ve ona evden çalışanlar için ofisteki pozisyonlar ekleniyor. Evlerin içinde çoklu kişilikler birbirine karışmış durumda. Beş dakika önce online okuldaki dersi takip edip sizi sinirlendiren çocuğunuza kızmışken, hemen beş dakika sonrasında zoom’dan bir toplantıya katılabiliyorsunuz. Ve yaşanan duygu geçişleriyle başa çıkmak öyle çok da kolay olmuyor. Çünkü üç gün, beş gün, bir haftayla değil, devam eden bu süreci artık aylarla teleffuz ediyoruz.
Evet herşey alışılmışın dışında. Normalleşme isteğiyle evden çıktığımızda da eski alıştıklarımızdan çok az şey var ve bizim onlarla da yeni ilişkiler geliştirmemiz gerekiyor. Mesela ben, uzun bir süre mağazalardan alışveriş yapamam, almak istediğim bir şeyi deneyemem, restoranda kimin dokunduğunu bilmediğim bir tabaktan yemek yiyemem gibi geliyor.
Bir yandan daha az tüketimin olacağı ve zaten arzuladığımın da bu olduğunu söylüyorum kendime ama diğer yanım, insansızlığı, temassızlığı, büyük mesafeleri kabul edemiyor. Yeni hayatımızda eskisinden neler kalacak, yeni normallerimiz hangi kurallar etrafında şekillenecek cidden merak ediyorum.
Ve bu arada o kadar çok analiz duyuyorum ki, isteyerek ya da istemeyerek, onlara da şaşkınlıkla bakıyorum. Çünkü bütün analizler -doğal olarak- bildiklerimizin etrafında şekillenerek bir yön çiziyor. Ama bildiklerimizden geriye ne kaldığını hiçbirimiz bilmiyoruz. Çok bilinmeyenli bir denklemin tam ortasındayız. Denklemin değişkenleri durmadan değişiyor.
Onun için ben, böyle zamanlardan nasıl çıkıldığıyla daha çok ilgileniyorum son günlerde. İç sistemi sağlıklı ve güçlü olanların, herşeye rağmen dışardaki fırtınadan daha az etkilendiklerini gözlemliyorum. Onlar, kendilerine nelerin iyi geldiğini bulup bunları günlük rutinlerine dahil etmiş olanlar. Sebatla ve istikrarla kendi yollarında ilerliyorlar. Yazının sonunda ben de diyorum ki, hergün en az bir tane kendiniz için yaptığınız bir şey olsun. Belki on, belki yirmi dakika. Ama sadece kendiniz için ve kendinizi düşünerek. Herşey bittiğinde, ayakta kalabilmek için…
***
Dün akşam geç saatte bu yazıyı yazdıktan sonra rüyamda çok sevgili hocam Judith Kravitz’i gördüm. Ben O’na planlarımı anlattım ve o bana dedi ki “Bunların hepsi geride kaldı.” Tüm yazdıklarımın özeti belki de bu cümleydi…