Kendi yarattığımız, ya da dışardan öğrendiğimiz pek çok illüzyonun içinde yaşıyoruz. Hayatımızın bazı alanları “sanmak” ve “zannetmek” üzerine kurulu. Elimizdeki verilerle kendimizce çıkarımlar yapıyor, sonuçlara varıyor, bilinçaltımızdan gelen sinyallerle de onları doğru kabul edip herşeyi o “bildiğimiz” alanlara inşa ediyoruz.

Ya aslında inandıklarımız, güvendiklerimiz, doğru diye sırtımızı dayadıklarımız yoksa?
Var olanlar, bildiğimiz ve inandığımız gibi değilse?
Ailemizden, medyadan, arkadaşlarımızdan bize yansıyanlar sadece görmemizi istedikleri gibiyse ve gerçeğin tüm bunlarla uzaktan yakından alakası yoksa?

Bildiğiniz herşeyin doğruluğundan yüzdeyüz emin olabiliyor musunuz?
Ya da şöyle sorayım, doğru olup olmadıklarını kendinize soruyor musunuz?
Gerçeklik sandığımız herşey, biz ona inanana kadar var.
Doğru diye peşinden gittiklerimiz, perspektifimizi değiştirince yerini belki kuşkuculuğuna bırakabilir.

Soru sormayı bıraktığımız, herşeyi sunulduğu gibi kabul ettiğimizde, illüzyonun derinliğinde kayboluyoruz. Sistemin içinde durduğumuz yer çok güvenli görünse de, kendimiz olmaktan vazgeçiyoruz. Değerlerimiz, önceliklerimiz, üstünde durduğumuz zemin, özgürce seçtiğimiz olmaktan çıkıyor. Ve bir gün bunca yıl nasıl geçti diye sorarken buluyoruz kendimizi.
Evet nasıl geçiyor bunca yıl? Kim koyuyor kuralları? Sorular sizi rahatsız ediyorsa, cevap vermek içinizden gelmiyorsa, verdiğiniz cevaplarla boğazınız düğümleniyorsa, biraz orada kalıp durun.

Hep yazdığım gibi, herşey farkında olmaya başlayınca değişiyor.
İllüzyondan çıkmayı talep edin, niyet edin, harekete geçin.
Oyun sizin değilse, her zaman bırakabilirsiniz. Kendinize yüksek sesle söyleyin.
BEN ARTIK OYNAMIYORUM…

0 0 votes
Article Rating