Bir bayram akşamından herkese merhaba;

Herşey gibi bayram da oldukça “değişik”. Değişik gelmesinin sebebi, alıştığımız rutinlerden sıyırıp bize başka bir yolu deneyimletiyor olmasından. Ve tam bu satırları yazarken kalbimden geçen şey, herşeye anlam yüklüyor olmanın insan üstünde yarattığı gerilim ve yorgunluk. Bayrama, kutlamaya, kutlanamamasına, kutlamanın şekil değiştirmesine, insan olma hallerine sürekli isimler bulup o isimlerin içini dolduruyoruz. Bazı şeyleri daha anlamlı, daha özel kılmak istiyor ve bunu geleneksel hale getirip herkese uygulattığımızda içimiz daha çok rahat ediyor.

Bayramlara bu açıdan bakacak olursak, ben çocukken bayramların anlamı biraraya gelmek, görüşmek, haberleşmek, birkaç günlüğüne de olsa hayatın koşturmacasına ara vererek sosyalleşmek için zaman yaratmaktı. Sonra değişen hayat koşulları, akıllardaki bayram algısını tatille değiştirtti. Çünkü zaten sosyalleşecek mecralarımız vardı ama hayatın koşturmacası bizi öylesine yoruyordu ki, dinlenmeye de ihtiyacımız vardı. Nasılsa herkesle görüntülü konuşabiliyor, hal hatır sorup bayramlaşabiliyorduk, onun için arefe gecelerinde büyük şehirlerden kavimler göçü başlatırcasına tatillere gitmeye başladık. Hatta bunu bir geleneğe dönüştürdük, üç günlükleri dörde, dört günlükleri beşe tamamladık, yetkililer bize daha da güzelini verdi, dokuz günlük molalar yarattık kendimize. Rahmetli ananem derdi ki “Allah’ın bildiğini kuldan ne saklayayım.” Ben de şimdi aynı inançla size itiraf edeyim, o dokuz günlerin tadına doyulmuyordu. 2020’nin ilk bayramı için de cumartesi başlayan tatili cumaya çekmiş, Salı olan bitişi de çarşambaya kendi irademle çoktan uzatmıştım bile… Hepimiz yapıyorduk bunu. Yapıyorduk ama eski bayramları yad etmek de ağzımıza sakız olmuştu. Hem yaşadığı andan mutlu olup hem de geçmiş bitmiş birşeyi delicesine özlemek, hele ki şimdi bu ortamdan bakınca daha da tuhaf görünüyor.

Gerçek şu ki, geçmiş günlerden özlediğimiz bazı duyguların boşluğunu, hiçbirşey dolduramıyordu. Eski Türk filmlerindeki herşeyi olan ama yine de mutluluğu bulamamış karakterler gibi gözlerimiz uzaklara dalıyor ve hep başka bir anın içinde yaşıyorduk. Tüm zamanların eşitlenip birleştiği ve ister çocukluğun tatlı masumiyeti deyin, ister insan ilişkilerinin yeniden dizayn edildiği bugün, farkediyoruz ki, belki de aradığımız yuvada olmak hissiydi. Kendimizi güvende hissettiğimiz, sevildiğimize ve korunduğumuza inandığımız, içinde sınırsız neşe ve huzur olan o anlara uzanıyordu hafızamız ve arıyor ama bulamıyorduk.

Şimdi, çıktığımız tatillerdeki gibi çekirdek aileler halinde, belki de yalnız, ama eski bayramlardaki gibi evdeyiz. İsteklerimizin hangi kısmında mesaj karıştı bilmiyorum 😊 Ama yine, olmayan bir şey var. Yuvadayız ama “yuva” herkes için aynı manada değil. Öyle olmadığını gördük. Duvarlar arkasında insanlığa dair tüm duygularla yüzleştiren sonsuz sayıda hikaye yaşanıyor. Belki yuva tanımı da değişecek herşey bittiğinde ve ailenin manası da bambaşka olacak kalbimizde. Kan bağının aile demek olmadığı epeydir ortada. Yoksa kan bağı dünyanın en vazgeçilmez şeyi olsa, onlardan uzaklaşmak için saatlerce yol gider miydik? Bazı akrabaları görmeyeceğimiz, bazı sohbetleri mecburen işitmeyeceğimiz ve bazı sorularla özel hayatlarımızın orta yerine dalınmayacağı için o kadar mutlu olur muyduk?

Çocukken açılan kucakların büyüyünce değişen anlamları ve yaşattıkları, bambaşka ortamlara sürüklüyordu bizi. Şimdi, o durduğumuz ve farkettiğimiz yerdeyiz. Belki de adını koymalıyız artık eskilerden neyi taşıyıp neyi bırakacağımızın. İnsanlar, yerler, zoraki sürdürdüğümüz hiçbirşeye yer yok artık hayatlarımızda. Zorunluluklardan ve istemeden tahammül ettiklerimizden kaçtığımızı ve şimdi onlarla yüzleşmemiz gerektiğini söylüyor bu bayram. Yuvanın yeniden aynı anlamı kazanması için yetişkin gibi sorumluluk alıp adım atmamız isteniyor bizde. Yoksa yarın öbür gün bitecek virüs ve herşey eskisine yakın bir hale bürünecek ve yine bayram gelecek. O gün geldiğinde sen nerede, kimlerle olacaksın? Senin yuvan neresi?

5 1 vote
Article Rating