Bu bir kendine yolculuğun ne zaman başladı yazısı değil. Olsa olsa, yolda olduğumu ne zaman farkettim yazısı olabilir.
2013’te başlayan, “hiçbir şey göründüğü gibi değil” algısı, zaman içinde değişerek 2016’da “nerdeyim”e dönüştü.
Nerdeyim? Neden burdayım? Fonksiyonum ne?
Hayatın içinde pek çok farklı rollerde ve hızla değişen sahnelerdeyiz ama durduğumuz yere nasıl geldiğimizi çoğu zaman sormuyoruz. Bizi oraya taşıyan seçimlerin hangi kararlarla, hangi faktörlerin etkisinde verildiğini düşünmüyoruz.
İçinde bulunduğumuz çok güzel konfor alanlarımız var. Yıllarca emek emek oluşturduğumuz, bizi zarar görmekten koruyan, güvende tutan, sürprizlerle kafamızı karıştırmayan, zaman zaman monoton bulsak da başka hayatlarla karşılaştırıp hemen kendimize gelmemize yardımcı olan iç seslerimizle birlikte kurduğumuz, sınırlarını kendimiz çizdiğimiz (?), özgür (?) hissettiğimiz, mutlu (?) olduğumuz güzel ülkelerimiz.
Sonra bir gün bir şey oluyor. Derin bir uykudan uyanıyormuşsun gibi bir his. Zaman, mekan kavramının yitirildiği bir anlık şaşkınlık. Yoğun olarak hissedilen, benim burda ne işim var duygusu…
Sonra, sorular, sorular, sorular…
2013’te başlayan şey, yeni bir hayatın doğumunu beklerken, kendini de yeniden doğuracak olmanın verdiği heyecan, korku ve dışarda yaşanan kaosun getirdiği bilinmezlikle harmanlanan derin bir hüzündü.
2016’da evrilen hal, tüm güvenlik çemberlerinin yıkılıp koskoca evrende yalnız kalmışsın hissi, ait olduğu topraktan çıkarılmış, kökleri açıkta kalmış bir çiçeğin sessiz haykırışıydı.
O çiçek, nilüferden bihaber, toprakta köklenmeden de büyüyüp gelişerek var olabileceğini, aidiyet duygusunu besleyen zeminin toprak durağanlığında değil, su akışkanlığında olup her daim farklı olabileceğini bilmiyordu… Fena halde köklenmek ihtiyacındaydı…
O ihtiyaç içinde, samimi niyetlerle adım atınca, hayat doğru öğretmenleri göndermeye başladı. Çünkü öğrenme ve bilgi sonsuzdu. Yeni yollara çıkma vaktiydi ve kendi yolculuğunun farkında olmak başkalarına duyduğu sevgiyi, şefkati, merhameti de besleyerek çoğaltıyor, tüm kainata yayılıyordu…
Tüm bunlar olup biterken bir sabah “feel clouds” doğdu… Ruhlarımız gibi her daim sonsuz olan suyun bilgeliğini hissederek, bulutlara olan sevdasını haykırarak. Binbir çeşit şekle girip direnmeden dönüşse de sonsuz kere, özünü hep koruduğunu bilerek. Sürüklenerek yaşamayı değil, huzurla akışta kalıp süzülerek. feel clouds” göklerin beyaz melekleri, sonsuz döngünün muhteşem eşlikçileri bulutlara övgü…
Yolda olduğunu fark edince, yol, yeni katılan kalp eşleriyle adım adım ilerliyor.
Evet, bu bir farketme yazısı ve burda buluşmanın coşkusu ve heyecanıyla, kocaman bir MERHABA…