İnsanlığın hikayeleri hiç değişmiyor. Öğrenmek için seçtiğimiz yollar savaşlardan, yıkımlardan, kayıplardan ve ayrılıklardan, tacizlerden ve şiddetten, aldatılışlardan ve ölümlerden geçiyor. Dozu değişiyor yaşananların, yöntemi değişiyor, ana konu bir türlü değişmiyor. Kocaman bir yara var insanlığın kodlamasında, zor yoldan öğrenmekle ilgili, o kodun yazılımı bir türlü dönüşmüyor. İç dünyadaki savaşlar dışa yansıyor ve dünya bir harp ve mücadele alanı gibi deneyimleniyor.
Bazen bu tacizlerin ve acıların izleri dışarda oluyor. Görüyoruz nasıl kanadığını, nasıl acıdığını. Görüyoruz tüm darbelerin izlerini suretlerde ve bedenlerde. Ama bazen de öyle derinde ve ruha nakşedilmiş ki hepsi. Kimse göremiyor, kimse bilemiyor, kimse merhem olmuyor o izlere. Görünen yaralar mıdır, görünmeyenler midir şifaya en açık olanlar deseniz, görünenlerdir derim. Göremediğimiz, göstermediğimiz, görmezden geldiğimiz ve bazen görüp de ne yapacağımızı bilmediğimiz yerlerden kanıyor içimiz…
Dün bu ülkede genç bir doktor intihar etti. Mustafa Yalçın…
Bilmediğimiz, görmediğimiz yaralarıyla ve kendisi başkalarına şifa dağıtırken kendine ulaşamayan ellerin arasından kayıp gitti. Kimbilir nasıl yaralanmış ve örselenmişti ruhu ve umudun, ümidin yittiği yerde, çekti gitti.
Ülkenin pırıl pırıl bir evladı, karlı bir kış günü gitti. Anne yanım ağlıyor, mobbing sözleri avukat yanımı öfkelendiriyor, insanların hayatlarına dokunan tarafım ah bir nefes daha alabilseydi diyor. Nasıl da karışık ve allak bullak içimden akan sözler. Ve biliyorum kalplerdeki keşkeleri.
Sabır, rahmet, ruhuna huzur dilemek düşüyor kalanlara, gidenin ardından. Ah Mustafa… Ruhun huzur dolsun yuvada…