Transformal Nefes'in Fiziksel Seviyesi

 

 

2015’in sonlarına doğru başlayıp 2016’da doruk noktasına ulaşan, hayatın getirdikleriyle başa çıkamama, sıkışmışlık, yeni yolların arayışı beni nefesle buluşturdu. 2017 yılında Transformal Nefes® ‘le ilk kez tanışıncaya kadar nasıl nefes aldığımın, buna özen göstermem gerektiğinin farkında değildim. Gün içinde nefesimi tuttuğumu, aniden gelen çok derinden nefes alma ve göğsümdeki sıkışma hissinin bu nefes tutmalardan kaynaklandığını da sonradan nefesimle yeniden tanışıp buluşunca fark ettim.

Geçen sene meme kanseri tanısı aldığım günlerde, 5 yıldır düzenli olarak nefes yapıyordum ve bu tanıya anlam veremeyip o vakte kadar yaptığım tüm çalışmaları uzun uzun sorguladım. İnancımı yitirdiğim bazı çalışmalar hayatımdan çıkarken, beni olduğum yerden ayağa kaldıran hep nefes oldu. Kemoterapiye bağlı yan etkileri nefesle aştım. Fiziksel ve duygusal olarak yaşadığım tüm zorluklarda, kendime nefes alacak fırsatlar yarattım. Tedavinin son ayağı olan 8 saatlik bir ameliyatın ardından da 5.Gün yeniden nefes yapmaya başladım ve narkozun bedenimden hızlıca atıldığına şahit oldum. Tüm sorgulamalar, yerini iyi ki nefesle tanışmış ve uyguluyor olmanın şükrüne bıraktı…

Peki, çok güçlü bir sistem olan Transformal Nefes®, bu anlattıklarımı nasıl gerçekleştiriyor?

Transformal Nefes®, Fiziksel, Zihinsel-Duygusal ve Ruhsal olmak üzere üç seviyede çalışan, dünyadaki tek nefes sistemidir. Fiziksel seviyede, temel olarak daha etkili ve kolay nasıl nefes alacağımızı öğrenmekle ilgilidir. Bu aşamada ağızdan alıp verdiğimiz bilinçli bağlantılı nefes alarak diyafram kasını kullanarak nefes almaya odaklanırız. Bu şekilde nefes alırken boyun, sırt, bel kaslarını kullanmayı elimine etmeyi amaçlarız.

Diyafram kası vücuttaki temel nefes kasıdır ancak zaman içinde bilinçli ya da bilinçsiz olarak bastırdığımız duygular diyafram kasının gerginleşmesine sebep olur. Gerginleşmeden dolayı da diyafram kası daha az kullanılır.  Fiziksel seviyede diyafram kasını yeniden aktive ederiz, bu şekilde nefes alma kapasitemizi arttırız.

Her insanın kendine has bir nefes kalıbı vardır. Çoğu kimse, kısıtlı nefes kalıpları yüzünden gerçek potansiyelinin çok azını kullanarak nefes alır. Transformal Nefes® ’in ilk amacı, tüm solunum sistemini kullanarak solunum kapasitesini maksimuma çıkarmaktır. Maksimuma çıkartmak neden önemlidir?

Alıp verdiğimiz nefes, bizim hayatın içindeki iyilikleri alma, bize hizmet etmeyenleri bırakma ve tutunma hali olmadan hayatın içinde akışta olmakla ilgili nasıl bir tutum içinde olduğumuzla direk bağlantılıdır.  Nefesimizin açık ve akışta olduğu seviyede biz de hayattın akışı içindeyizdir.

Diyafram kasını kullanarak aldığımız açık ve bağlantılı nefes sayesinde, iç organlarımıza masaj yaparak lenf sisteminin de normalden daha fazla çalışır, vücuttan daha çok toksin atılması sağlanır. Transformal nefes®  detoks etkisi yaratır. Aynı zamanda diyafram nefesi, vagus sinirini de aktive eder ve parasempatik sinir sistemimizin daha güçlü uyarılmasıyla eskisinden daha huzurlu ve dingin hissederiz. Fiziksel seviyede açık ve bağlantıyla akan nefesler bir sonraki zihinsel ve duygusal seviye için zemin oluşturur.

Özetle, Transformal Nefes®’in fiziksel seviyesi, zihinsel ve duygusal seviyede bastırılan duygu ve düşüncelerle kısıtlanan nefesin açılmasıyla ilgilidir. Bir kez nefes açıldığında artık hiçbir şey eskisi olmaz. Bu yazdıklarımı deneyimlemenin tek yolu Transformal Nefes® tekniğini deneyimlemektir.

Daha fazla sağlık ve enerji için Transformal nefes®  vazgeçilmeziniz olabilir..


Bana birşey oldu...

Bana bir şey oldu.

Geçen yaz, Ege ve Akdeniz yanarken, içimde kendi kendine büyüyen bir kıvılcıma isim konuldu. Meme ca dendi. O günden sonra dünya, benim bildiğim ve inandığımdan farklı bir hale büründü. Altüst oldu diyemem, darmadağın oldu. Ve hatta paramparça. Ve herşey durdu. Biraz uzaktan bakınca, hayatın içinde başımıza gelen olayların insan yaşamını etkileyen gücü muazzam görünüyor ama içindeyken tabii ki öyle olmadı. O kadar öyle olmadı ki, bunu dile getirmek, ifade etmek ve benimle aynı yolda yürüyüp hayatlarının içinde yer veren insanlarımla paylaşmak bile zaman aldı. Kolayca söylenebilecek bir şey değildi ve adı kağıt kesiği gibi boğazımı acıtıyordu, hala acıtıyor. Hayatımın en kırılgan olduğum basamağında dururken, geçen günler biraz da olsa beni yeni gerçekliğimde hizaladı. Şu an olduğum yer şüphesiz ki daha dengeli ve dingin bir alan. Teşhis kondu ve tedavi bitti diye değil. Teşhis kondu, durdum, sindirmek için zaman ve alan buldum ve tedavi hala devam ediyor. Orda bazı hücreler var. Kendilerince isyan edip sesini duyuran. Diğer taraftan sistemi mükemmel işleyen vücudum var. O hücreler uğruna ve onlar yüzünden oldukça zorlayıcı bir tedaviye maruz kalan. Ben, çoğunluğa, iyiliğe ve sağlığa odaklandım. O hücreler geldikleri gibi gidecekler. Batı tıbbı elindeki tüm imkanlarla topyekün savaş açtı zaten o hücrelere. Ben diğer kısımları daha iyi etmek, onları şefkatle sarmak peşindeyim. Savaştığım, mücadele ettiğim bir şey yok. Savaşmak, karşı direnç uygulamak demek. O enerjiye kendi alanımda yer vermiyorum. Anlamaya çalışarak ve hiçbir şey için kendimi zorlamadan, burdan geçiyorum. Hayat son üç aydır benim için bambaşka bir bilinmezlikle akıyor. Kabul etmenin ve teslim olmanın en zor hallerinden biri içinde, kendime şefkat duyma pratikleri için fırsatlarla ilerliyorum. Bazen o zaman geçmiyor gibi. Bulantılarla zorlanırken, vücuduma batıp çıkan iğnelerle canım acırken, kemoterapi ilaçları damarlarımda gezinip beni yatağa çivilerken. Zaman geçmiyor. Ama durmuyor da. İzliyorum. Beni hiçkimsenin zorla olduğum yerden çekip çıkarmasına da izin vermeyerek, alanımı ve sınırlarımı koruyarak. Olduğum yer, hayatımda  olmaktan korktuğum yer ama koşarak kaçılacak biryer değil asla. Durmam gerektiğinde duruyorum. İçimden yükselen isyanı da duyarak ve sesini dinleyerek duruyorum bazen. Hiç durmamıştım hayatım boyunca. Durmanın bilinmezliği içinde kalmak için kendi hayatıma gözlemci oluyorum.

Bana bir şey oldu, hala devam ediyor. Bazılarınız biliyordu, bazılarınız yeni duyuyor. Kalbimi güvenle açabileceğim an şimdiydi, yazdım. Daha uzun metinler de yazıyorum. Yazmak, acıyı ve kederi sağaltıp zihnimin şifasını pekiştiriyor.

İşte böyle. Bana bir şey oldu. Ve olan şey, benden yeni bir insan doğuruyor. Karanlık ve upuzun bir tünelin içine atılmış gibiyim. İlerde ışık olduğunu biliyorum lakin oraya koşarak varılmıyor. Canım Selin demişti ki, “Tünelin çıkışında görüşürüz.” Ben bunları şimdi yazdım çünkü, haberiniz yok belki ama bilin ki tünelden sizinle de birlikte geçiyorum.

İyi ki…


Deep Connect / Derin Bağlantı

Bugün buraya, yaptığım çalışmalardan biri hakkında biraz daha ayrıntılı bilgi vermek için geldim. Bir süredir koçluk yapıyorum ve theta healing yöntemlerini uyguluyorum. Ancak son zamanlarda bu çalışmalar, danışanın ihtiyacına ve akışa göre yeniden şekillenerek farklı ve daha kapsamlı bir hal aldı. Bir isim dahilinde o danışmanlığı veriyordum ancak içerik ve uygulama pek çok tekniğin özünden izler taşısa da aslında bambaşkaydı.

Ve bugün, yaptığım çalışmanın adı kondu.  Deep Connect . Derin Bağlantı.

Bu çalışma nedir ve nasıl işliyor diye soranlar için, şöyle açıklayabilirim.

Deep connect koçluk benzeri, ancak daha derin bir çalışmadır. Kendi kişisel yolculuğumuzda zamanda geri gidişlerle, kayıp parçalarımızla buluşmak, ifade edilmeyenleri dile getirmek ve artık bize hizmet etmeyen inanç ve düşünceleri serbest bırakarak o an danışanın neye ihtiyacı varsa, danışanın seçimiyle yeni yaratımlara kapı açmaktır.

50 dakika süren çalışmalarda, bedensel duyumlar dikkate alınır, farklı perspektiflerin hayatımıza ve bakışımıza yansımaları gözlemlenir, geçmişten, atalardan, aileden kalan enerji yükleri fark edilerek bu yükler sevgiyle şifalandırılır ve dönüştürülür. Uygulayıcı, kendi varoluşu ve derinden dinleyerek duyduklarıyla bazen aynalar, bazen sadece eşlik eder, bazen de danışanın kendi potansiyeliyle buluşması adına onun sınırlarını zorlar.

Tüm seanslar bir ödevle son bulur. Ödevi yapmak danışanın sorumluluğundadır. Seanslar her hafta yapılabileceği gibi, 15 gün arayla ve ayda iki kez de yapılabilir.

Bu çalışmayla daha yakından tanışmak ve bilgi almak için bana yazabilirsiniz.


Ah Mustafa...

İnsanlığın hikayeleri hiç değişmiyor. Öğrenmek için seçtiğimiz yollar savaşlardan, yıkımlardan, kayıplardan ve ayrılıklardan, tacizlerden ve şiddetten, aldatılışlardan ve ölümlerden geçiyor. Dozu değişiyor yaşananların, yöntemi değişiyor, ana konu bir türlü değişmiyor. Kocaman bir yara var insanlığın kodlamasında, zor yoldan öğrenmekle ilgili, o kodun yazılımı bir türlü dönüşmüyor. İç dünyadaki savaşlar dışa yansıyor ve dünya bir harp ve mücadele alanı gibi deneyimleniyor.

Bazen bu tacizlerin ve acıların izleri dışarda oluyor. Görüyoruz nasıl kanadığını, nasıl acıdığını. Görüyoruz tüm darbelerin izlerini suretlerde ve bedenlerde. Ama bazen de öyle derinde ve ruha nakşedilmiş ki hepsi. Kimse göremiyor, kimse bilemiyor, kimse merhem olmuyor o izlere. Görünen yaralar mıdır, görünmeyenler midir şifaya en açık olanlar deseniz, görünenlerdir derim. Göremediğimiz, göstermediğimiz, görmezden geldiğimiz ve bazen görüp de ne yapacağımızı bilmediğimiz yerlerden kanıyor içimiz…

Dün bu ülkede genç bir doktor intihar etti. Mustafa Yalçın…

Bilmediğimiz, görmediğimiz yaralarıyla ve kendisi başkalarına şifa dağıtırken kendine ulaşamayan ellerin arasından kayıp gitti. Kimbilir nasıl yaralanmış ve örselenmişti ruhu ve umudun, ümidin yittiği yerde, çekti gitti.

Ülkenin pırıl pırıl bir evladı, karlı bir kış günü gitti. Anne yanım ağlıyor, mobbing sözleri avukat yanımı öfkelendiriyor, insanların hayatlarına dokunan tarafım ah bir nefes daha alabilseydi diyor. Nasıl da karışık ve allak bullak içimden akan sözler. Ve biliyorum kalplerdeki keşkeleri.

Sabır, rahmet, ruhuna huzur dilemek düşüyor kalanlara, gidenin ardından. Ah Mustafa… Ruhun huzur dolsun yuvada…

https://www.youtube.com/watch?v=EFJ7kDva7JE


İnsanın anlam arayışı...

Geçtiğimiz yıl, hepimizi bilmediğimiz yerden, güvenli alanlarımızın dışından gelen sorularla sınava tabi tuttu. Öyle ki süregelen bir travmanın içinde kaldık -ki hala devam ediyor- ve kendimize çıkış yolları aradık. Ben böyle zamanlarda başka hayat deneyimlerini okumayı ve başka gözlerden alternatif bakış açıları görmeyi seviyorum. Hayat her ne kadar tüm deneyimleri bize bizzat yaşatacak kadar uzun olmasa da, son yıllarda gördük ki, hızlandırılmış bir versiyonun içinde adeta zihinsel ve ruhsal bir evrim geçiriyoruz ve insanlık hikayelerine dair pek çok örnek gözlerimizin önünde, yaşamlarımızın tam orta  yerinde cereyan ediyor.

Tüm bu fırtınanın içindeyken kendime sordum. Ne okusam iyi gelir? İçimden bir ses kütüphanede bekleyen Victor E. Frankl’ın İnsanın Anlam Arayışı isimli kitabını söyleyiverdi. 20. Yüzyılın en ünlü psikiyatristlerinden biri olan Victor E. Frankl bu kitapta logoterapinin ilkelerini ve 2. Dünya savaşı sırasında uzunca bir süre yaşamak zorunda olduğu toplama kampı deneyimlerini anlatıyor. Bu deneyimler sarsıcı, akıl, vicdan sınırlarını çok aşan olaylar. Ancak Frankl’ın anlatımında en çok dikkatimi çeken şey, tüm bunları içine duyguları katarak okuru manipüle etme yolunu seçmemesi ve herşeyi son derece net ve hem yaşayan hem izleyen bir gözle anlatması. Tüm anlatımını insanın varoluşunu, zorluklara katlanma becerisini ve insanı insan yapan nedir sorusunun eksenine oturtarak irdelemiş ve oldukça sarsıcı örnekler vermiş.

Frankl kitabın bir yerinde şöyle söylüyor:

“Yaşamdan ne beklediğimizin gerçekten önemli olmadığını, asıl önemli olan şeyin yaşamın bizden ne beklediği olduğunu öğrenmemiz ve dahası umutsuz insanlara öğretmemiz gerekiyordu. Yaşamın anlamı hakkında sorular sormayı bırakmamız, bunun yerine kendimizi yaşam tarafından her gün, her saat sorgulanan birileri olarak düşünmemiz gerekirdi. Yanıtımızın konuşma ya da meditasyondan değil, doğru eylemden ve doğru yaşam biçiminden oluşması gerekiyordu. Nihai anlamda yaşam, sorunlara doğru çözümler bulmak ve her birey için kesintisiz olarak koyduğu görevleri yerine getirme sorumluluğu almak anlamına gelir.”

Bu satırlar hakkında kitabı okurken ve okumam bittikten sonra epey düşündüm. Bireye kendi varoluş sorumluluğunu alarak yaşamayı öğütleyen bu satırlar herkesin yetişkin olarak kendi hayatına sahip çıkmasını da zorunlu kılıyor diye düşünüyorum. Ve o yetişkin haline ulaşmak, içimizde farklı yaşlara takılı kalmış hallerimizi görüp şifalandırdığımızda mümkün olabileceği inancındayım. İlerleyen zaman herkese bir yetişkin görünümü veriyor ancak o görünümlerin ardında herkes aynı yetişkin bilincine ve olgunluğuna erişemiyor. Ancak kendimizle çalışmaya, tereapi ya da farklı şifa yolları denediğimizde duygusal bütünlenmemiz tamamlanarak hayatın bizden beklediği yetkinliğe ve yetişkinliğe erişebiliyoruz. Ve 21. Yüzyıl dünyasında ne mutlu ki, insanın içindeki anlam arayışını bulmasına ve bu yolda kendisini tanımasına yardım edecek pek çok metod mevcut…


Konfor alanı..

Konfor alanı son yıllarda hayatımıza giren ve hepimizin severek kullandığı bir tanımlama oldu. Sanki bir durumu anlatmakta eksiklik hissediyorduk da tam oradan tamamlandık. Bu ifadeyle, genel olarak alışkanlıklarımız, kendimiz için oluşturduğumuz ve güvenli bularak değiştirmeye teşebbüs etmediğimiz her durum anlatılmak isteniyor. Yapılan pek çok çalışma, bizi konfor alanımızın dışına çıkarmayı vadediyor ve konfor alanı sanki koşarak kaçılması gereken, insanı tüketen ve ömrünü harcayan bir bağımlılıkmış gibi lanse ediliyor. Sahiden böyle mi? Konfor alanı mutlaka terkedilmesi gereken güvenli limanımız, taş duvarlarla ördüğümüz kalemiz, Rapunzel gibi kendimizi içine hapsettiğimiz kulemiz mi? Konfor alanı ne?

Bana göre konfor alanı, hayatın içinde deneyimler ve kazanımlar doğrultusunda kendimiz için inşa ettiğimiz herşey. Konfor alanı olarak ifade ettiğimiz yerde emekle elde ettiklerimiz, gözyaşlarıyla öğrendiklerimiz, alın teriyle hayatımıza kattıklarımız var. Onun için, konfor alanı dediğimiz yer, herkes için tek ve biricik. Kimse kimseyi var olan o alandan söküp atamayacağı gibi, isteği dışında bir adım öteye de götüremiyor. Çünkü öyle elde edilen bir yerle kurulan bağ, gözü kapalı bırakılıp feda edilecek gibi de durmuyor.

Tam bu noktada, bu alanda kalsak ne olur, çıksak ne olur diye bir soru geliyor aklıma. Ve gözümün önünde kocaman bir ev metaforu beliriyor. O ev bizim hayatta sahip olabileceklerimizi, gerçekleştirebileceklerimizi ve kendi öz potansiyalimizi simgeliyor. Ve konfor alanı o evin bir katı. O katta ihtiyaç duyduğumuz herşey var. Kendi keyfimizce dekore etmişiz ve sevdiğimiz, beğendiğimiz, rahat olduğumuz bir alan. Ama evin bir de üst katları var. Bu ev kaç kat bilmiyoruz. Üst katta bir spor salonu, terasta havuz, dışarda bahçesi ve belki deniz kenarında kumsalı da olabilir. Hiçbirinden haberimiz yok. Aynı dört duvar arasında yaşıyoruz. Şikayetçi olduğumuz konular olduğunda -eve fare girebilir, su basabilir, ihtiyaçlarımız değiştiğinden evin küçük geldiğini hissedebiliriz- kendimizi harekete geçmekten alıkoyuyoruz. Üst kata çıkan merdivenlerin ışığı yanmıyor, bahçeye açılan kapı belki kilitli ve pencereleri açıp kafamızı dışarı uzatmak ürkütücü görünüyor. İşte konfor alanı o tek kat. O tek kat evdeki oturduğunuz hep aynı koltuk. Mutfaktaki sandalye, aynı bardak tabak. Kendimize çizdiğimiz tüm sınırlar bir süre sonra alışkanlığa dönüşüp konfor alanımız haline geliyor.

Ve yine bana göre, bu alanı tümüyle terketmek ve yok saymak yerine sınırlarında dolaşmak, o sınırları genişletmek için küçük adımlar atmak, keşfe ve yeniliğe açık olmak, evrende bizim için tasarlanan o harika evin tadını daha çok çıkarmamıza ve hayatı daha dolu dolu yaşamamıza yardım ediyor.

Siz, sizin için nelerin konfor alanı olduğunun farkında mısınız? Bu alanın sınırları genişleyebilir mi?


Koçlukta Yeni Bir Araç... Points of You...

Geçtiğimiz yazdan bu yana, kendi çalışma alanıma Points of You  (PoY) kartlarını da ekledim. Bu kartlar aslında bir fotoğraf ve her biri birbirinden çarpıcı anları ölümsüzleştirmiş. Yoran Golan ve Efrat Shani tarafından geliştirilen bu sistem, milyonlarca kartın içinden seçilenlerle oynanan bir oyun olarak adlandırılıyor. Fotoğraflarımız, kelimelerimiz ve sorularımız var. Fotoğraflar bizi sağ beynimizle düşünmeye ve cevaplamaya yönlendiriyor. Sağ beyin yaratıcı, birleştirici, görsel, sanatsal ve dişil olan tarafımız. Gündelik hayat içinde pek çoğumuz sol beynimizi aktif olarak kullanır, mantıklı karar almaya çalışır, analizler yapar ve harekete geçip aksiyon alır, eril yönümüzle ilerleriz. PoY kartları bu durumu tersine çevirip alıştığımızın dışına çıkmamız için bize olanak sunuyor ve yeni bir pencere açıyor. Fotoğrafta gördüğümüzle aklımızdaki konu ve o durumu tanımlayan kelime bizi yeni bir boyuta taşıyıp yeni deneyimlerin eşiğine getiriyor. Hepimizin aklındaki kalıplaşmış belli tanımlar ve durumları tarif etmek için seçtiğimiz yollar, bu fotoğraflar sayesinde içimizde yeni sorular doğurup, belki de sandığımız gibi değil ve ben aslında kendi iç dünyamda bunu nasıl görüyorum sorularının yanıtlarını araştırmamıza yardım ediyor.

Points of You kartları bir yandan da eğlenceli. Yaratıcıları bu sistemi bir oyun olarak adlandırıyor ve çalışmalar hep hadi oynayalım çağrısıyla başlıyor. Online yaptığım 12 günlük çalışmalarda biz bu kartlarla yazarak oynuyoruz. Fotoğrafların hatırlattıkları, kelimelerin ve soruların gücüyle birleşince deneyimlediğimiz farkındalık, kendisiyle çalışmayı seven insanlar için uçsuz bucaksız yeni patikaların ilk adımı oluyor. Points of You, iki ayrı dünya gibi olan beynimizin iki yarım küresini tek bir düzlemde işbirliğine davet ediyor.

Ne dersiniz? Benimle oynar mısınız?


Hayat Güzeldir...

2001 yılının sonbaharı kışa dönerken, hiç durmadan yağan yağmuru hatırlıyorum. Yeni mezun bir avukattım, yeni evli genç bir kadındım ve hayat yeni baştan dizayn ediliyordu benim için. Evliliğe alışma sürecinin yanında iş arama mücadelem de sürüyordu. Şimdi o zamana baktığımda heyecanıyla umudu birbirine karışmış, zaman zaman karamsarlığın da içine düşen birini görüyorum.

Evet mevsim kışa dönüyordu ve sonbaharda başlayan yağmur azalarak ya da şiddetlenerek devam ediyordu. Hava soğuktu. Şu anki teknolojiden elimizde hiçbirşey yoktu. Ne sosyal medya, ne online çok dizili ve filmli kanallar, ne de akıllı telefonlar.

O kışın bir kısmı benim için üşüyerek, örgü örerek, yemek tarifleri deneyerek ve kitap okuyarak geçti. Ve her öğlenden sonra İclal Aydın’ı izleyerek. İclal Aydın bir kanalda güzel bir program sunuyordu ve her gün “Hayat Güzeldir” diyordu. O tarihlerde benim henüz Louise Hay’den de haberim yoktu ve O’nun bize bir olumlama verdiğinin kimse farkında değildi. (Louise Hay’ın o harika kitabı Düşünce Gücüyle Tedavi’nin Türkçe basılmasına daha 7 yıl vardı.) Oysa İclal Aydın tam olarak bunu yapıyordu. Hergün bir olumlama. HAYAT GÜZELDİR…

Olumlamalar tekrarla içimize sindirip hayatımıza aldığımız sihirli sözcükler. Don Miguel Ruiz’in Dört Anlaşma’da dediği gibi söz büyüdür.  Seçtiğimiz sözcükler sesli söylendiğinde enerjileri ve frekansları evrene yayılır ve bizi ağzımızdan çıkan gerçekliğe uyumlar. Beyin tekrarla öğrenir ve yinelenen kelimelerle cümlelerin bir zaman sonra gerçekliğimize dönüşmesi kaçınılmazdır. Onun için eskiler boğaz dokuz boğumdur derler ve her bir sözün o boğumlardan ölçülüp tartılarak, titizlikle, özenle çıkması gerekir.

İlk anda bir hayal veya masal gibi görünebilir hayat güzeldir demek. Kendimizi kandırmayalım diyen itirazlar da yükselebilir. Ama diye itiraz eder ve derim ki, hayatın içinde düaliteler vardır ve hangisini görmeyi ve dillendirmeyi seçersen onu büyütür ve güçlendirirsin. Suladığın çiçek, açar. Neye su vereceksin? Nereye akacak dikkatin ve ilgin?

O gün bugün ben İclal Aydın’ı dinleyip hayat güzeldir demeye devam ettim. Bazen gerçekten güzel bulmadığım zamanlar da oldu ama bir şekilde devam ettim. Şimdi 2021’in şafağında, o günlerin üstünden tam 20 yıl geçtikten sonra ve yeni bir döngünün başında, bilelim ki ne istersek o oluyor, ne söylersek hayat buluyor. Ben 2001’deki umuduyla heyacanı birbirine karışan genç kadının o hislerini yanımda taşıyorum 2021’e girerken. Ve tekrarlıyorum. Daha çok inanarak ve hissederek.

HAYAT GÜZELDİR…


Uçan giden yazının ardından...

Az önce bir yazı yazdım. Ve yazı kayboldu. Aniden puf diye uçtu. Şaşkınım. Vakti gelmemiş kelimelermiş sanırım diyorum. Ağır bir başlıktı, ağır bir mesajdı. Şimdilik okunmayıversin. Bana kalsın tüm sözcükler. Ne yapalım... Bir tek fotoğraf kaldı o yazıdan elimde, şimdi altındaki bu birkaç satırla yayınlayacağım. Sözsüz anlaşalım bugün. Sevgili okur, bu fotoğraf sana ne söylüyor?

 


Herşey Yeni Başlıyor...

1994 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde yüksek öğrenim hayatım başladığında, dünya çok daha farklı bir yerdi. İnsanlar bir üniversitede okurlar, sonra bağlantılı bir alanda yüksek lisans yaparlar, çalışma hayatlarına başlar ve büyük çoğunluk o meslekten emekli olurdu. İstisnalar da vardı ama onlara hep biraz çılgın gözüyle bakılır, toplumun içinde bir yandan imrenilen, bir yandan da merak uyandıran bir yerde konumlanırlardı…

Oysa meslekler, ünvanlar, dışı pırıl pırıl plazalar, şehir efsanesi beyaz yakalar, biraz daha yakından bakınca dışardan anlatıldığı gibi değildi. Kendi profesyonel avukatlık hayatımdan örnek verecek olursam, kitaplarda okuduklarımızın pratikte nasıl uygulandığı hiçbir yerde yazmıyordu ve adliye koşulları çılgın bir ortam sunuyordu. Öyle ki, üniversitede aynı sırayı paylaştığım, şevkle ve heyecanla okulun bitmesini bekleyen arkadaşlarım, stajlarının ilk ayında o işin kendilerine hiç uygun olmadığını farkedip başka alanlara geçiş yaptılar.

Ben, yukarda sıraladığım tüm koşulları deneyimledim. Avukatlık ünvanıyla yıllarca çalıştım. Plazaların da tozunu yutarak, kendi ofisimde serbest de çalışarak. Beyaz yakalı profesyonelliğin hayatıma kattığı eşsiz deneyimler kadar, benden alıp götürdüklerini de farkettiğimde yaşım 40’a varmıştı. O farkediş anına doğru yürüdüğüm adımlar aklıma her gelişinde derim ki, o sorunlar yumağında kaybolduğumda “doğru sorularla” buluşabilme şansım olsaydı, nasıl olurdu?

Ama o noktaya gelmeden önce, filmi biraz geriye sarıp perspektifimi asıl değiştiren olaydan sözedecek olsam, kesinlikle sözü “nefes”e bırakırım. Şimdiki anın farkındalığı ve muhteşemliğini tek başına ve en güçlü şekilde anlatan sadece ve sadece nefestir. Uçup giden, geçmişte ya da gelecekte dolaşan zihni, bu ana sadece nefes çapalar. Ve o nefesle çapalandığınız anda asıl durduğunuz yeri farkedersiniz. Durduğunuz yerde yaptığınız seçimler daha görünür olur ve sorular gelir peşinden. Neyi neden seçtiğiniz, seçtiklerinizin değerlerinize uygun olup olmadığı, mış gibi yürütülen görevler ve en sahici halinizle varolmayı seçtiğiniz yer. Nefesin sizi getirdiği alan öyle farkındalık dolu ve hiçbir role ihtiyaç duyurmayan bir oluş halidir ki, olmayı seçtiğiniz herşey de bir bir hayatınızda yer almaya başlar.

Ben ilk Transformal Nefes ® deneyimimin ardından, nefesimin gücü karşısında büyülenmenin yanı sıra, tüm bu anlattıklarımı da bir bir deneyimledim. Ve olma halinde keyif aldıklarım, hayatımı daha doyumlu yaşamama yardım eden meslekler olarak, nefes koçluğu ve grup liderliği, co-active koçluk ve son olarak Points of You koçluğu girdi. Bunların yanına astroloji ve theta healing ile farklı şifa yöntemleri eklendi.

Şimdi, 2020 biterken, üniversitenin üstünden binlerce yıl geçmiş ve ben başka bir çağa ulaşmışım gibi hissediyorum. Ve içimden bir ses fısıldamayı sürdürüyor. Aslında herşey yeni başladı…